Yeryüzünde olmak bir tesadüf eseri midir dersiniz? Milyonlarca parça içinden bir parça olmam hiç de bir hikaye ile bağlantılı değildi aslında mı dersiniz? Tanrı ile aramda hiç de özel bir bağlantı yok gibi mi düşünürsünüz? Aslında tüm bu insanlar tesadüfen çevremde toplaşmışlar işte, ne yaman çelişki demek size kendinizi daha mı rahatlamış hissettirir? Bilin ki tüm bu hikaye asla bir tesadüf eseri değildir.
Yaşamımızda her an özel bir ışık içindedir. Aile ile başlar her şey ve o aile çok özel bir buluşma sahasının kendisidir. Anne ile Tanrıya duyduğumuz sevgi birbirlerine en yakın olanlar olarak düşünülebilir; çünkü o seni kendinden var etmiştir, tıpkı Tanrının da olduğu gibi, der ya kadim olan ‘’Kendi ruhundan üfledi.‘’, bu en bilinenlerinden biri ve daha nicesi yaşamımızın ışığı olup aslında bizimleydi.
Dostluklar bazen yaşam döngülerimizdeki önemli kararların tohumları olup yaşamımıza girerdi. Hiç ummadığımız bir anda karşımıza çıkan birisi bizi bambaşka boyutların ışığına götürebilirdi ve bu aslında neye ne kadar hazır olduğumuzla ilgiliydi ve yaşam biz onu taşımaya hazır olduğumuz her an bize yepyeni sırlarıyla gelirdi ve sırrı taşımak ağır yük değildi, sadece sorumluluk ve bu sorumluluğa duyulan sadakat ve bunun için de her şeyin özünde saklı olan hikayenin farkında olmak yeterliydi.
Akrabalar tesadüfen mi yaşamımızın içindeydi? Biz onların yaşamına tesadüfen mi girmiştik? Kardeşler bir programın birlikte görev taşıdığımız belirleyicileriydi. Herkes sözleşmiş gibiydi ve bazıları sözlerini unutmuş gibi görünse de bazen bu bile sözleşmenin bir parçası olabilirdi.
Gökyüzünden yeryüzüne bakıldığında sadece bir resim çıkardı ortaya ve bu resimde aslında hiçbir şey bir engel değildi, sadece bir yol çizilmeli ve o yol dahilinde bir yolculuğun ışığı yakılabilmeliydi, işte bu önemliydi.
İlk aşklarımız da tesadüf değildi, hatta yaşamdaki hiçbir ilişki, tesadüfen olduğuna inandığımız ‘’ bir gecelik aşklar ‘’ bile bir hikaye ile gelirdi, insan bazen bunun farkında olabilir, bazen olmayabilirdi; bununla birlikte karşımızda durabilen her kimse yaşamda, bizden öte bir biz değildi, işte bu kesindi.
Bizden bir parça var ederdi onu, tıpkı bütündeki hikayemizin bizi var ettiği gibi ve işte bu noktada değerimiz, her şeyin değeriyle bütünleşemediği sürece gerçek değildi ve gerçeklik her şeyin bütün olduğu yerde kendini resim olup okutabilirdi.
Tarih önemliydi, zaman dediğimiz yaşamdaki ışığı koruyan bir ilimdi. Kimi o ilmin sırrını bilir ve o ilimle çalışabilirdi, kimi bunu farkında olmadan gerçekleştirirdi, farkında olmayan idrakta değildi, akar giderdi ve herkesin programı nevi şahsına münhasır ilerlerdi, bütünde tüm yolculuk herkesin kendiyleydi; çünkü aynı yoldan binlerce yaşam geçerdi; bununla birlikte herkesin o yoldaki deneyimi kendiyle ilgiliydi.
Neyin farkında olmak önemliydi? Bu hikayede benim hikayem olan hangisiydi? Kalem ne kadar benim elimdeydi? Yoksa ben hikayesizliğinde mi devinmekteydi? Zaman benimle miydi yoksa sadece bensizlikte, beni bana getirmek için miydi tüm uğraşa geldiği?
Yaşam koruyucu bir programdı ve her zaman bize hatırlatmaya çalışırdı. Karşımıza çok özel parçalar çıkarırdı, kendimizden kendimize bir akış, kimi her şey mükemmelmiş gibi görünse de kimi ortalık epey bir karışırdı. İnsan her şey mükemmel olursa yaşam da anlamını bulur sanırdı; halbuki yaşam yolculuğunda anlamlı olan ışığın ve karanlığın barışıp birlikte yol alışıydı; çünkü bir resim siyah ve beyazın dansıydı ve yaşam ancak yüreğe hitap edebilen bir resim olduğunda anlamını taşırdı ve bunun için önce o resme bakılmalı ve fırça ele alınmalıydı. Kalem alınıp ele, yazılmalıydı. Resim yapmak ve kalem olup yazmak, bunların ne anlama geldiği anlaşılmalıydı.
Tüm yaşam bir ermişti ve o ermiş yaşamımızın belli dönemlerinde karşımıza çıkmış ve bize anlatmaya, hatırlatmaya çalışmıştı. Yaptığımız iş, iş arkadaşlarımız, krizlerimiz bile ruhsal yolculuğumuzda bizim için özel buluşma anları demekti. Ruh yürüdüğünde tüm yaşam da ışık olup kendini bulabilirdi. Bu bizim kendimizi ve ardındaki saklı gerçekliğimizi bulabilmek anlamına gelirdi.
İnsan düşmediği kadar değil, her düştüğünde kalkabildiği kadar ve o kalkışta yeni bir cennetin ışığını yüreğinde aydınlatabildiği kadar kendindeydi. Değilse sanal varlık devam etmekteydi. O zaman aslında hiçbir şey gerçek değildi. Ruh kayıp bir ışık olur savrulurdu. Ne zaman ki uyanırdı insan, o zaman ki yaşamın ardındaki sırrı okur, kendini hatırlayabilirdi.
En son ne zaman hatırladınız yaşamın ötesindeki sırrı? En son ne zaman bir düzen olduğunun farkına vardınız? En son ne zaman aslında her şeyin sizde yaşamakta olduğuna dair düşünceler belirdi zihninizde? Ne zaman yaşama bir yolculuk olarak baktınız ve ‘’ Ben bu yolculuğun neresindeyim? ‘’ dediniz? En son ne zaman kendi derinliklerinize indiniz ve aslında bütünde bir hikayeniz olduğunu keşfettiniz?
En son ne zaman kendinizi biraz daha tanımak ve anlamak istediniz? En son ne zaman ışığı hissettiniz? En son ne zaman karşılaştığınız birinin hiç de tesadüfen orada olmadığını fark ettiniz? En son ne zaman annenizin gözlerinin içinde size dair bir parça olduğunu görebildiniz ve en son ne zaman babanızın yaşamdaki önemli bir yolculuğun adımı olduğunu hatırlayabildiniz? En son ne zaman ‘’ Bu benim hikayem! ‘’ dediniz ve o hikayenin ışığını yakıp gücünüzü ele almak adına kendinizden kendinize bir adım atabildiniz?
Bilin ki önemliydiniz, bilin ki çok değerliydiniz ve bunu hatırlayabilmek için bir adım atabilmeliydiniz ve kendinize kendi hikayenizin ışığını armağan edebilmek için kendinizden kendinize bir yolculuğa çıkabilmeliydiniz, bilin ki bu yolculuk dışarıda değildir. Tamamen içeridedir ve içeriye çıkılan bu yolculuk anlaşıldığında dışarısı artık bir yol olduğunu da fark ettirebilecektir ve o yolda bir ışık gerekir, o ışık sizin yüreğinizdir ve yürek ancak her şeyle bütün olduğunun farkına vardığında dillenir ve onun sesini duymak Tanrı ile sohbettir. İşte bu, şimdilik!